İstanbul Havalimanı’ndaki süreci takip ederken şunu anladık…
Bir doğaltaş ülkesi olan Türkiye’de Türk taşı maalesef ilk seçenek değil! Acı ama gerçek…
Gördük…
Türk taşının kalitesi, bu ülkenin değerine ihanet edilmesi, yapılan birbirinden önemli projelerde Türk taşının reklamının yapılması kimsenin umurunda değil.
Yani… Bu sektöre hiçbir şey ‘altın tepsi’ içinde sunulmadı, sunulmayacak. Ekmek aslanın midesinde…
Ama yine gördük ki… Pes etmemek gerek! Mücadele etmek, aslanın midesine korkusuzca elini uzatmak gerek.
İstanbul Maden İhracatçıları Birliği (İMİB) Başkanı Aydın Dinçer Eylül ayında Ziraat Bankası Kuleleri’nde 40 bin metrekare yabancı taş kullanılacağını açıklayıp “Gerekli yerlere başvurular yapacağız” dediğinde önce öfkelenmiş, sonra acı acı gülümsemiştim.
Bununla da kalmayıp, bu köşeden “Aydın Başkan kimi kime şikayet edecek” diye yazmıştım. Ne yalan söyleyelim, çözüme dair en küçük bir umudum yoktu.
Ama Aydın Başkan umutsuzluğa kapılmadı. Direndi, emek verdi… İki ayrı bakanın kapısını çaldı, durumu anlattı, bir devlet bankasında böyle bir uygulamanın nasıl bir yanlış olduğunu dile getirdi.
Sonuç mu? Ziraat Kuleleri için Türk taşı kullanımı kararı alındı.
Benim tarafımdan öncelikle biz özrü, sonra büyük bir alkışı sonuna kadar hak etti.
Peki süreç bize neyi öğretti?
Eğer Türk taşının önce kendi ülkesinde hak ettiği değeri görmesini istiyorsak…
Siyasette, bürokraside en çıkmaz yolları zorlayacağız…
En umutsuz anda mücadeleden vazgeçmeyeceğiz…
Çünkü bu işin başka yolu yok. Eğer kazanacaksak…
Direne direne kazanacağız.